1 Kasım 2015 Pazar

Kendisinden Kaçanlara Fon Müziği; Arabesk

 80ler'den sonra Türkiye'de bir arabesk furyası aldı başını gitti. Her yerde arabesk çalmaya başladı, yüzlerce arabeskçi müzisyen piyasaya sürüldü, filmlere arabesk müzikler eşlik etti hatta daha sonrasında arabesk filmin kendisine dönüştü. Kısaca tüm kültürel hayata kendi bayrağını arabesk dikti.

 Halk arasında da en çok orta-alt sınıfta tutuldu bu arabesk akımı. Zaten Türkiye'nin büyük kesimi de bu sınıfa dahil olduğu için pek şaşırılacak bir sonuç değildi bu. Peki neydi bütün evleri işgal eden bu akım? Elektro bağlama ritmi üzerine 3-4 ağlak sözden ibaret değildi. Arabesk akımının bir kültürü, felsefesi vardı. Arabesk kültür; her zaman ezilen, hak ettiği değeri göremeyen, hayatın ve insanların getirdiği zorluklardan yakınan ve yakınmakla idare eden bir kültürdü. Arabesk felsefesine göre insan daima başkalarının hatalarından, vefasızlıklarından dolayı acı çeken, adaletsiz bir ortamda büyüyen ve dört bir yanı düşmanlarla çevrili bir acı torbasından ibaretti. Geneli sosyal adaletsizlikten, devlet zulmünden, ahlaki kurallarla hiç edilen sosyal yaşantılardan muzdarip olan bir milletin de bu kültürü benimsemesi zaten çok da şaşılacak bir şey değil. İnsanlar arabesk sayesinde artık yalnız değildi. Plaktan gelen ses de sinemada izlediği aktör de kendisiyle aynı şeyleri yaşamıştı ve hissediyordu. Yeni yeni şehirleşen Anadolulu'nun yalnızlığına ilaç olmuştu.

 Ama arabesk kültürün de bir kolaycılığı vardı. Birey asla ama asla suçlu olmazdı. İnsan maruz kaldığı boktan hayattan, aldığı dandik maaştan, yaşadığı aşk acılarından sorumlu olmazdı. Çünkü bütün bunlar insana kurulmuş ilahi bir komplodan ibaretti, çünkü arabesk felsefesine gönül vermiş insan kendisinin dünyanın merkezi olduğunun çoktan farkına varmıştı. Nasıl dünyanın merkezi olmasın ki? Koskoca şarkılar, filmler, dergiler birlik olmuş o insanın derdini anlatıyordu. Bu kendisini tanrılaştıran felsefe dünyayı daima karartırken bireyi sütten çıkmış ak kaşığa çevirirdi. Yalnız eğitim sistemi ve dogmalar sayesinde bu insanın bile karalayamayacağı şeyler vardı; devlet, din ve patron. Geri kalan her şey kirli ve kötüydü.

 Arabesk felsefesi giderek hayatın her alanına sindi. İnsanların gözünde mağduriyet artık zorunlu bir hal aldı. İşlediği her suçu görmezden gelmeye başladılar çünkü dünyanın onlara yaptıkları ayıplar karşısında bu suçlar tamamen özsavunmaydı. Daima düşman aradılar, bulamayınca da yarattılar çünkü bu boktanlığa kendilerinin sebep olduğunu kabullenemediler.

 Bu arabesk felsefesi de hala Türkiye'nin damarlarında dolanıyor. En azılı suçlarından bile kendilerine mağduriyet yontanlar, sevdiği kadından karşılık vermedi diye kadının suratına büyük aşklarından dolayı kezzap atmakta sakınca görmeyenler, toplumu sürükledikleri bok bataklarında payı olduğunu kabul etmeyip iç ve dış düşmanlar yaratanlar ve bu düşmanlara boktan hayatlarının hıncıyla ölümüne saldıranlar, yaptığı tüm zulümleri işlenmemiş suçların intikamı olarak gösterip aklayanlar, Allah'ı kendi arkalarına alıp şirke düşmekten çekinmeyenler arabesk felsefesinin dışavurumudur.

 Ancak arabesk felsefesi yüzünden toplum bu halde değil. Toplumun temelinde zaten arabesk kültür yattığı için arabesk felsefesi geliştirilmiştir. Bütün o arabesk ikonları, şarkıları, filmleri bu hastalığın açtığı yara ve irinlerden başka bir şey değildir.

 Arabeskin temsil ettiği acılar da yapaydır. Çünkü arabesk acısının temeli birey dışında kalanlardır. Oysa gerçek acının büyük bir kısmı kendi içimizden, kendi kusurlarımızdan kaynaklanır ve gerçek acıyla yüzleşebilmek zordur fakat arabesk felsefesi insanlara kaçış alanı sağlar. Kendisinden korkan her yavşağın sığınağıdır arabesk.

 Eeee, Yıldız Tilbe dinler miyiz?

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder