14 Ocak 2016 Perşembe

Çocukları En Güzel Nasıl Öldürebiliriz?

 Hayatım boyunca hiçbir zaman her hangi bir görüşe ya da kesime tam bir aidiyet hissetmedim. Şunu savundum, buna karşı çıktım, ötekinin yanında durdum, diğerinin karşısına çıktım ama hiçbir zaman bu faaliyetler üzerine kurulmuş ya da bunları içerisinde barındıran ideolojilerin, kesimlerin, partilerin propagandasını yapmadım. Aslında bazen yapmak istedim, birlikte hareket eden, kolektif bilinç oluşturup tekleşen o insanlara karışmayı istedim ama olmadı. Zira her zaman onlardan ayrılan yönlerim oldu. Onların siyah dediği her şeye her zaman siyah diyemedim ben. Farklı düşünürdüm ve düşündüklerimi de daima söylerdim, hep arkasında dururdum(düşündüklerimden daha mantıklı fikirlerle karşılaşmadıkça). Bu da benim o "tekleşmiş" gruplarda daima bir pürüz olarak görülmeme neden oldu. Burjuva taraftarı, Kürt düşmanı, anarşist, Türk düşmanı, mezhepçi, din düşmanı, Marksist, bireyselci, faşist, kadın düşmanı pürüzlerim sayesinde aldığım sıfatlardan bazıları. Çünkü tekleşmişlerin ezberine uymuyorsan, onlardan değilsen onların seni görmezden gelmesini, ciddiye almamasını sağlayacak bir ton sıfatları vardır ve pürüzlere daima bu sıfatlar yapıştırılır.

 Ama onların dışında kalmamın, fikirsel yalnızlığımın güzel sonuçları da olmadı değil. Mesela hepsini dışarıdan eleştirel gözle izleyebiliyordum. Aralarındayken kolektif bilincin sarhoşluğuyla hareket edip yapılacak her hareketin haklı ve doğru olduğu yanılgısına saplanabiliyorsunuz. Böyle bir dezavantajı var. Ama dışarıdayken her şeyi ve herkesi yalnızlığın getirmiş olduğu biraz tiksintiyle seyrettiğinizde çıplak görüntüye en yakın görüntüyü alabiliyorsunuz.

 Misal benim en çok tartışma çıkardığım konuların başında "şiddet" gelirdi. Dünyadaki tüm ideolojiler şiddetsizliği, huzur dolu bir ortamı arzulardı. Herkes şiddetin kötü olduğu konusunda hemfikirdi. Ama şiddet vardı. Daima bir yerlerde bombalar patlardı, birileri ölü ele geçirilirdi, birileri ölümsüzleşirdi, çocuklar ölürdü, siviller yaralanırdı, katliamlar yaşanırdı. "Şiddetten bu kadar nefret eden insanlar varken şiddet neden vardı?" bu sorunun cevabını çok düşündüm. Herkes "Bebekler ölmesin" diye hep bir ağızdan bağırırken bebeklerin bedenlerine giren kurşunlar hangi namlulardan çıkardı ki? Demek ki bebeklerin öldürülmesi hiç de öyle karşı çıkılan bir şey değildi. Bunlar bana şiddetin tanımını yeniden düşündürdü. Şiddet; ideolojilerin zafere gitmek istediği zamanlarda ustaca kullandığı fakat kendilerine doğrultturulduğundaysa insan Hakları Evrensel Bildirgesi'nden kalkanlarla insani bir şekilde karşı çıktığı bir tabancaydı. O halde şiddet o kadar da kötü bir şey değildi.
 
 Şu an tüm haber kanallarının, siyasi kararların, askeri harekatların, intihar saldırılarının, infazların, katliamların nedeni işte bu! Kimin şiddetinin iyi ve adil olduğunu kimlerinse terörist olduğunun kararını verebilmek. Şiddet sadece size yönelikse şiddettir. Sizin uyguladığınız şiddet asla ama asla şiddet olamayacaktır; teröre karşı operasyon, halk mücadelesi, devletin bekasının korunması, devrim yolu, vatan savunması gibi binlerce paket vardır ve siz ideolojinize en çok yakışacağını seçerek sevgi dolu şiddetinizi içerisine yerleştirirsiniz. Karşıdan gelen paketlerinse ambalajının bir önemi yoktur direkt olarak içerisindeki şiddeti görürsünüz ve insan hakları ile bu şiddete karşı durmaya çabalarsınız. Bilirsiniz ki şiddeti en güçlü olan kazanan olacaktır ve gerek tarih, gerekse eğitimle şiddetine meşruluk, kahramanlık ve hatta tanrısallık katacaktır. Kazananlar katil değil kahraman olurlar, şiddet tarafından öldürülen neferleriniz de o süslü ambalajlara sarılıp gökyüzüne uğurlanır. Paketler dolusu çürüyen ceset, paketler dolusu kopmuş kol ve bacaklar, paketler dolusu insan kelleleri, paketler dolusu bebek cesetleri, paketler dolusu cephane ve paketler dolusu ölüm... Noel Baba bizi hiç terk etmedi ve gökyüzünden biz; dünyayı yönetmek isteyen "uslu" çocuklara bunları dağıtıyor.

 İdeoloji, milliyet, devlet ve devrim köleleri bu hediyelere koşturdukça şiddet sürekli istenmeyen ama şehvetle kullanılan bir tabanca olarak kalacaktır. Dünya Hello Kitty kostümlü intihar bombacılarının "Çocuklar ölmesin!" diye bağırıp çocuklara sarılarak kendilerini patlattıkları ideolojik şiddet pornosunun seti olmaya devam edecek. İnsan kendisinin değersizliğini ve hiçliğini anlayarak dünyaya egemen olma hayallerinin boşunalığını anlamadıkça, insan asıl yok edilmesi gerekenin kendisi olduğunu göremedikçe bu porno çekilecek. Ve karşısında çok uluslu kapitalist şirketlerin CEO'ları parçalanan çocuk cesetlerine giren mermileri sayarak orgazm çığlıklarıyla boşalacaklar.