23 Mayıs 2015 Cumartesi

Bir Çeşit Veda

 Dostlar merhaba.
 Burayı aslında bu tür yazılar için kullanmıyorum. Fakat uzun bir açıklama yapmam gerektiğini düşündüm. Hoş, benim açıklamam büyük bir ihtimalle sizi ilgilendirmiyordur fakat bu metni yazmak zorunda hissediyorum. Bu sizden önce kendime karşı bir sorumluluk gibi geliyor.
 Sosyal medya dediğimiz internetin popülerleşmesiyle var olmaya başlamış, son 5-6 senede ise büyük bir patlama yaşamış oluşumun içerisindeyiz hepimiz. Bu oluşum kimi zaman insanların ufkunu açtı, kimi zamansa aralarını, bazen devrimler yarattı, bazense bağımlı ve pasifize bireyler, hayatın ufak bir ayrıntısı olarak başlayıp onun vazgeçilemez bir uzvuna da dönüştü, bazıları içinse hayatın bizzat kendisi oldu. Çünkü buralar yeni topraklardı. Hani sürekli deriz ya; "İnsanın üç kişiliği vardır; olduğu, olmak istediği ve olduğunu sandığı" diye, işte bu topraklar herkesin kendi sınırları içerisinde ikinci kişiliğe geçmesine izin veren bir yapıdaydı. Hayatın, sistemin, ailemizin, toplumun, yeteneklerimizin bize sunduğu şartlar ve imkanlar dolayısıyla ikinci kişiliğe geçmek konusunda sıkıntılar yaşayan ve üçüncü kişiliği ile de bir takım sorunları olan herkes bu yeni topraklarda ikinci kişiliğine bürünüp özgürce at koşturabildi. Burada herkes ikinci kişilik boyutunda olduğu için herkes daha az sorunlu ve daha çok mükemmeldi. Burası belki de bir toplumbilimci için ütopyaydı. Ama günler tepelerden aşağı koşan vahşi atlar misali ilerleyip geçerken burada yaşayan ruhlarda erozyona sebep oldu. Birinci kişiliğe yönelik bağları da bazı özellikleri de kendisiyle beraber sürükleyip götürdü. Ve bu insanları; burada yaşayan, gerçek dediğimiz hayatta ise sadece buradaki yaşamını devam ettirebilecek eylemleri devam ettirecek bireyler haline getirdi. Bunlar size deli saçması gelebilir, bir milyon kere duyulmuş klişe zırvalar gibi gelebilir. Ama üzülerek söylüyorum ki bunlar gerçek.
 Misal; ilköğretimde matematik sorularını daha hızlı okumak için okutulan kitaplar dışında bir şey okumamış kişiler burada dünyaya yön vermiş yazar, filozof ve şairlerden yaptığı alıntılarla yaşıyor. Hatta o kişilere ait olmayan sözleri bile o kişilere atfederek dünya tarihini değiştirebilmiş bu şahısların edebi kişiliğini değiştiriyor. Yahut dostluk anlayışı çıkarcılık olan ikiyüzlüler arkadaş canlısı, masumiyet karinesi ve sadece iyi niyetinden kaybedenlere has o yüz ifadesini taşıyan maskelerini takıp selfie çekiyorlar. Tiksinecek kadar yakından tanıdıklarınızı buralarda bir kere daha tanımaya çalışmadınız mı? Sahip olmadıklarına burada sahip olanlar veya olmaya çalışanlar gibi sahip olduklarını görgüsüzce buraya sıçratıp insanların gözlerine sokanlar, onların varlığına inanıyor musunuz? Varlıklı bir aileden gelmenin artısını buraya taşıyıp bir tahtmış gibi üzerine oturup insanları yargılayan görgüsüzlük krallarını görmediniz mi? Normal şartlarda memelerinin dikizlenmesi karşısında travma yaşayacak kadar "hassas ruhlu" prenseslerimiz her fotoğraflarına dolgun meme veya kalçalarını sıkıştırma derdinde değil mi? Daha doğrusu salt bu bölgelerini fotoğraflayıp da ayıp olmasın diye suratlarını ebleh bir ifadeyle kadraja sığdırmıyorlar mı? Ve bu hassas ruhlu insanlar da normal şartlar altında dikizlenmesine tahammül bile edemediği özelliklerini milyonlarca kullanıcısı olan toprakların kamusuna açmıyor mu? Cinselliğini gidereceği bir partner ya da peçete arayan insanlarla dolmadı mı her yer? İdraki kasıklarına inmiş, iğrenç bir şekilde şehvet kokanların sosyal medya maskesiyle dolandığı bir et pazarına dönüştü her yer. Kokusunu alamıyor musunuz? Ya da bizim hakkımızda bilgi toplamasından dolayı çekindiğimiz devletin buradaki dini, ideolojik, felsefi, yaşamsal tüm fikirlerimizi serbestçe saçtığımız profillerimize erişemeyeceğini mi düşündünüz? Devletin fişlenmişler listesine bir "arama çubuğu" kadar yakınız. İnsanlar olarak gerçekten de çok tuhafız. Bize çekilen bıçağa karşı dururuz fakat aynı bıçak biraz süslenip, güzel kokulara sürünürse onu incelemek için dibine kadar gireriz. Bıçağın bizi öldürme ihtimaliyse her zaman "Aman canım abartıyorsun, iyi bir şey bu, bak şu bıçağın güzelliğine faydalarına" şeklinde karşılıklar bulur. İşin kötüsüyse bıçak şahdamarımızı kesip hayatımızı oluk oluk dışarıya boşaltsa dahi anlayamayız. İş işten geçince de ölü bilincimizle bıçağın bizi öldürdüğü kanısına varamayız bile.
 Buralar önceden serbest fikir ortamı, iletişim kanalı, aynı beğeni ve zevklere sahip kişilerin birbirini bulabileceği yerler gibi gelirdi. Bizler özelliklerimizi, karakterimizi, beğenilerimizi yaşam tarzımızı buraya belirtirken Platon'un mağara istiaresinde yaşar gibiydik. Oysa mağaranın duvarına yansıyan "gerçek" hayatımızdı. Yansımasını buradan alan, buranın kötü bir kopyasından başka bir şey olmayan bir şeye dönüşmüştü. Kendimiz olabileceğimiz yer gerçek gibi gelmeye başlamıştı. İnsanların ikiyüzlülüğünden, insan ilişkilerinin sahteliğinden, toplumun baskılarından uzakta sadece kendimizle başbaşa kaldığımız bir yerdi. Gece yastığa başımızı koyduğumuzdaki zihnimizin içi gibiydi. Oysa çok geçmedi, kendimizle birlikte varoluşumuzdaki pisliği de buraya getirdik. Tüm kötülüklerimiz benliğimizin her alanına nüfuz etmişti ve ikinci kişiliğimiz de bundan payını fazlasıyla almıştı. Buraların da "gerçek" hayatımıza dönüşmesi uzun sürmedi. Fakat buralarda her yeni profil yeni bir kişilik demekti. Böylece herkes buradaki "Gerçek dünyanın" dominantı olabilmek için sınırsız krediye sahipti. Gerçek dünyadan daha beter güç ve ego gösterilerinin de alanı oldu burası. Çünkü unuttuğumuz şey şuydu; tek ütopya insanların içinde barınmadığı ütopyadır.
 Ben artık sıkıldım dostlar. Gerçek dünyadan sıkıldığımda bulaştığım buraların bana bu kadar hükmetmesinden sıkıldım. Aklıma güzel bir fikir geldikten sonra hemen "Aaa iyiymiş ben bununla ilgili tweet atayım" diye düşünmekten sıkıldım. Sosyal ve egosal bir hiyerarşi kıstası olan fav, rt, beğeni sisteminden ve bu sisteme uymaktan sıkıldım. Açıkçası biraz da korkuyorum. Birkaç sene öncesine kadar varolmayan bir şeyin şimdi hayatımızın olağan ve hatta vazgeçilmez bir parçası olarak sayılmasından korkuyorum. Arkadaşlarımla bir yere gittiğimde internetten bunu bir check-in'le belirtmeyi isteyeceğimden korkuyorum, her ne kadar çok harika olmasa da düşüncelerimin istemeden de olsa buraların belirleyeceği sınırlara tıkılmasından korkuyorum, nadiren çektirdiğim fotoğraflarımın tek anlamının "beğeni almak"a dönüşmesinden korkuyorum, başkalarıyla paylaşmayacaksam dinlediğim müziğin bir anlam ifade edememesinden korkuyorum.
 Bütün bunlara beni zorlayan bir şey yok. Ama zaten sosyal medya denen şey bir zorlamadan çok gönüllü bir köleliktir. Sana artılarını sunup birlikte olmaya ikna eder ve ardından kafandaki anlamların hepsini kendisine göre yontar. Ve tamamen karaktersel tüketime yönelik bu sitelerin de çalışma prensibi sigara içmek gibidir. İhtiyacın kadarını içip bırakacağını kendine söylersin fakat içtikten sonra dozunu giderek arttırırsın. Her zaman da kendine şunu söylettirir; "Ne olacak ki istersem bırakırım". Ancak bunun yanlışlığını fark edene kadar önceleri sadece akşam yemekleri sonrası tüttürdüğün sigara olmadan bir saat bile dayanamayacağını fark etmeye eşdeğer bir süre geçer. Geçtikten sonraya iş işten geçmiştir zaten.
 Bunları ciddiye almak, bunlardan feyz almak zorunda değilsiniz. Çünkü burada yazılanlar sadece öznel olanın genele yayılarak kendisine duygularında ve düşüncelerinde yalnız olmadığını söylemeye çalışan birisinin düşünceleridir. Sadece biraz sitem, yanlışlanabilir birkaç fikir ve bir veda vardır. Bunları da şimdiye kadar anlamışsınızdır.
 Sözün özü dostlar; kendisini sosyal medya bağımlısı olarak tanımlayabilecek birisi olarak kısa bir süre önce Facebook hesabımı sildim, ardından diğer hesaplara bakış sıklığımı azalttım, daha çok kendime yöneldim ve diğer hesaplarımı da yavaş yavaş kapatacağım. Beni buralardan tanıyan ve bu yazıyı sonuna kadar okuyacak kadar bana değer veren kişilere bir veda mektubudur bu. Ama benim sözüme pek güvenilmez, her an geri gelebilirim de. O zamana kadar hepiniz hoşça kalın.

14 Mayıs 2015 Perşembe

Tuvalet Deliği Cazı

 Kocaman bir boşluktan ibaretim. Belki de küçük bir boşluktur. Derimin altında taşıdığım hiçliğin boyutu ya da ölçülebilirliği hakkında ufak da olsa bir fikrim yok. Tek bildiğim bu boşluğu içimde taşıdığım ya da o beni dışında taşıyor. Bilmiyorum. Böyle bir şeyle yaşayınca aidiyet kavramının da bir önemi kalmıyor. Daha doğrusu hiçbir kavramın önemi kalmıyor. Dokunduğum, deneyimlediğim, arzuladığım, nefret ettiğim kısacası hakkında bir şeyler hissettiğim her şeyi içine çeken bir boşluk bu.

 "Hiçbir şey vardan yok, yoktan ise var olamaz" derler, işte bu yanlış. Fiziğin temel yasası olması, evrenimizin mimarisinin hammaddesi olması bile bunun benim açımdan yalan olduğu gerçeğini değiştirmez. Bu yanlıştır çünkü bu boşluk temas ettiğim her şeyin değerini yok ediyor. Kavramları öğütüp bu dünyadan çok uzaklara, hiç var olmamış diyarlara gönderiyor. Bunu benden başka kimse görmüyor çünkü o boşluğa sızan ışıkta dünyayı izleyen tek göz bana ait. Nesne anlamdan kopuyor, değerler dibe çöküyor, kıyamet kopuyor ve bunu da sadece ben görüyorum. Kendi kişisel cehennemimin locasından yok oluşun kuralsız ve delirmiş senfonisi seyrediyorum. Boşluktan kaçmak istiyorum. İnanın bana bu çabalarımın beyhude olduğunu anlayacak kadar çok onu terk etmeyi denedim(Not düşülsün; öğrenme konusunda sıkıntılarım vardır). Olmuyor, kurtulamıyorum. O bedenimin bir parçası gibi oldu artık. El gibi, bacak gibi, dil gibi, göz gibi, penis gibi bir parçam oldu. Hoş böyle olsaydı tek bir bıçak darbesiyle boşluğumu kendimden ayırıp kan kaybından geberene kadar huzurla dünyadan arta kalanları seyredebilirdim ancak boşluk bundan daha fazlası. Etten, kemikten, cisimden de öte bir hal aldı. Kendi beğenilerimi, arzularımı, hayallerimi, duygularımı içimden söküp attı ve kendisi yerleşti. İçimde başkasını taşıma
k fikri ne kadar kötü görünse de alışılabilir ve kabul edilebilir bir şey. Zaten kabulleniş için gerekli iki koşul vardır; zaman ve direnç(Not düşülsün; pek dirençli birisi değilimdir). Ancak boşluğu kabullenmek için bütün kurallar değişiyor. Kendisinin evrenin temel kuralını değiştirdiği gibi kabullenişin kurallarını da değiştiriyor. Ya da kabullenişi de içine çekip bir yerlere gönderiyor bilmiyorum. Ama bildiğim bir şey var boşluğu kabulleniş olmuyor. İçiniz bomboşken ayakta durmak bile zor geliyor, gülmek, konuşmak, sevmek, şu güzel bahar gününde masmavi gökyüzünün altında yaşamak bile zor geliyor ve en kötüsü de ölüm bile zor geliyor. Düzelteyim; ölüm zor gelmiyor aslında sadece gereksiz geliyor. İçinizde evrenin ölümünü taşıdığınız için, dışarıdaki her şey hareket eden cesetlerden oluşmuş gibi göründüğü için, ölümle iç içe, ölümü içinizde, ölümün içinde yaşadığınız için ölüm bile gereksiz geliyor.
Nihai son; anlayış! Anlıyorsunuz ki boşluk dışarıdan gelen, yapay bir misafir değil! Boşluğu oraya kimse koymadı, boşluk sizden yaşlı ya da genç değil! Boşluk sizsiniz. Sizinle doğup sizinle gören şey o işte! Tiksinti ve yenilgilerinizin toplamı bu boşluk! Boşluk sensin!
Ben boşluğum,
Ben boşluğum,
Ben boşluğum,
Son bir soru;
Why am I such a void?
https://youtu.be/ERNxkZeQIEA